-
1 зависеть
bağımlı olmak; bağlı olmak; elinde olmak* * *он ни от кого́ не зави́сит — kimseye bağımlı değildir
2) bağlı olmakвсе зави́сит от обстоя́тельств — herşey hal ve şartlara bağlı
3) elinde olmakпо не зави́сящим от нас причи́нам — elimizde olmayan nedenlerle
я сде́лал всё, что от меня́ зави́село — elimden gelen herşeyi yaptım
-
2 help
interj. yardım edin————————n. yardım, çare, çözüm, imdat, yardımcı, hizmetçi, muavin————————v. yardım etmek, yardımcı olmak, yararı olmak, imdadına yetişmek, kurtarmak, elinde olmak, başa çıkmak* * *1. yardım et (v.) 2. yardım (n.)* * *[help] 1. verb1) (to do something with or for someone that he cannot do alone, or that he will find useful: Will you help me with this translation?; Will you please help me (to) translate this poem?; Can I help?; He fell down and I helped him up.) yardım etmek2) (to play a part in something; to improve or advance: Bright posters will help to attract the public to the exhibition; Good exam results will help his chances of a job.) yardım etmek, yardımcı olmak3) (to make less bad: An aspirin will help your headache.) iyi gelmek4) (to serve (a person) in a shop: Can I help you, sir?) yardımcı olmak5) ((with can(not), could (not)) to be able not to do something or to prevent something: He looked so funny that I couldn't help laughing; Can I help it if it rains?) elinde olmak, kendini tutmak2. noun1) (the act of helping, or the result of this: Can you give me some help?; Your digging the garden was a big help; Can I be of help to you?) yardım2) (someone or something that is useful: You're a great help to me.) yardım, yardımcı, işe yarar3) (a servant, farmworker etc: She has hired a new help.) işçi, hizmetçi, uşak4) ((usually with no) a way of preventing something: Even if you don't want to do it, the decision has been made - there's no help for it now.) engelleme yolu•- helper- helpful
- helpfully
- helpfulness
- helping
- helpless
- helplessly
- helplessness
- help oneself
- help out -
3 rest with
-in sorumlulugu olmak, -e bagli olmak, -in elinde olmak -
4 rest with
v. elinde olmak, düşmek, kalmak, de olmak -
5 rest with
v. elinde olmak, düşmek, kalmak, de olmak -
6 unbenommen
unbenommen ['--'--] adjetw bleibt jdm \unbenommen bir şey birinin yapıp yapmamasına serbest olmak, bir şeyin yapılıp yapılmaması birinin elinde olmak -
7 повод
I м( у лошади) dizginотда́ть пово́дья — dizginleri gevşetmek
••II мбыть на по́воду́ у кого-л. — yuları birinin elinde olmak
( обстоятельство) sebep (-bi); vesile, münasebetиска́ть по́вод для ссо́ры — kavga çıkarmak için sebep aramak
бу́дет по́вод вы́пить — içmeye vesile olur
по любо́му по́воду — her vesile ile, her münasebetle
••по по́воду чего-л. — hakkında, hususunda, üstüne
-
8 pull the strings
(to be the person who is really, though usually not apparently, controlling the actions of others.) ipi başkalarının elinde olmak -
9 dafürkönnen
dafür|könnenirr vietwas/nichts \dafürkönnen elinde olmak/olmamak;ich kann nichts dafür bunda benim suçum yok -
10 merci
In mterme de politesse teşekkür [teʃec'cyɾ]◊Merci pour votre accueil. — Karşılamanız için teşekkür ederim.
◊Merci d'être venu. — Geldiğiniz için teşekkürler.
◊Non, merci. — Hayır, teşekkür ederim.
IIn f1 être à la merci de yazgısı birinin elinde olmak2 sans merci acımasız -
11 verfügen
elinde var olmakemretmeksahip olmak -
12 innehaben
elinde tutmaksahibi olmak (rekor vs.) -
13 tenir
Iv t1 à la main elinde tutmak2 maintenir tutmak, saklamak3 diriger iş tutmak, işletmek4 dire söylemek, demek5 tutmak6 tutmak7 apprendre de almak, sağlamak8 tiens ! / tenez ! buyrun !◊Tiens, voici ton courrier. — Buyur, işte mektupların.
IIv i1 aimer bağlı olmak◊Il tient beaucoup à elle. — Oğlan kıza çok bağlı.
2 vouloir çok istemek3 benzemek4 se maintenir kalmak5 résister dayanmak◊La tente n'a pas tenu pendant la tempête. — Çadır fırtınaya dayanamadı.
6 dans un espace clos sığmak7 être tenu à qqch -(y)e bağlı olmak8 être tenu de faire qqch -zorunda olmak9 tiens ! işte ! -
14 держать
tutmak,bulundurmak; dayanmak; beslemek* * *1) врз tutmak; bulundurmakдержа́ть что-л. в рука́х — (elinde) tutmak
держа́ть что-л. над огнём — ateşe tutmak
он держа́л во́ра за́ ру́ку — hırsızın kolunu kavramıştı
она́ держа́ла квартира́нтов — разг. kiracı alırdı
он не держа́л прислу́ги — hizmetçi tutmazdı
он держа́л ла́вку — уст. bir dükkan işletiyordu
иди́, тебя́ никто́ не де́ржит — seni tutan yok, git
держа́ть цветы́ на балко́не — çiçekleri balkonda tutmak / bulundurmak
держа́ть мя́со в холоди́льнике — eti buzdolabında saklamak
э́тот проду́кт нельзя́ держа́ть в холоди́льнике бо́льше неде́ли — bu besin maddesi buzdolabında bir haftadan fazla bekletilemez
держа́ть дом в чистоте́ — evini temiz tutmak
держа́ть миллио́нную а́рмию — milyonluk bir orduyu ayakta tutmak
держа́ть где-л. свои́ войска́ — bir yerde askeri kuvvetlerini bulundurmak
он держа́л пе́рвенство не́сколько лет — перен. birkaç yıl içinde birinciliği kimseye kaptırmamıştı
не держи́ о́кна откры́тыми — pencereleri açık bırakma
2) dayanmakкро́влю де́ржат столбы́ — çatı direklere dayanıyor
держа́ть напо́р воды́ — suyun basıncına dayanmak
3) beslemekдержа́ть кур — tavuk beslemek
она́ держа́ла двух ко́шек — iki kedi besliyordu; iki kedisi vardı
••держа́ть сло́во — sözünü tutmak; sözünün eri olmak
держа́ть экза́мен — sınav vermek; sınava girmek
держа́ть себя́ в рука́х — kendine hakim olmak
держа́ть что-л. в свои́х рука́х — elinde tutmak
держа́ть кого-л. в рука́х — avucunun içinde tutmak
держа́ть путь на юг — güney yönünde yol almak
кора́бль держа́л курс на за́пад — gemi batıya doğru rota alıyordu
так держа́ть! — мор. rotaya devam!
-
15 Hand
el;an \Hand von yoluyla;aus erster/zweiter \Hand birinci/ikinci elden;von \Hand elden;jdm die \Hand geben birine eline vermek;jdm die \Hand schütteln birinin elini sıkmak, biriyle tokalaşmak;linker/rechter \Hand sol/sağ elde;linker/rechter \Hand sehen Sie... sol/sağ elde... görüyorsunuz;eine \Hand voll bir tutam [o avuç dolusu];alle Hände voll zu tun haben ( fam) işi başından aşkın olmak;etw aus der \Hand legen bir şeyi elinden bırakmak;etw in die \Hand nehmen bir şeyi eline almak; ( fig) bir şeyi ele almak;in die Hände klatschen el çırpmak;etw zur \Hand haben bir şeyi el altında bulundurmak, bir şey elinde bulunmak;jds rechte \Hand sein ( fig) birinin sağ kolu olmak;zwei linke Hände haben ( fam) elinden bir şey gelmemek;sich mit Händen und Füßen verständigen ( fam) el kol yordamıyla anlaşmak;sich mit Händen und Füßen gegen etw wehren ( fam) bir şeye canla başla karşı koymak;mit leeren Händen eli boş olarak, elini kolunu sallaya sallaya;ein gutes Blatt auf der \Hand haben eli iyi olmak;\Hand und Fuß haben tutarlı olmak;die \Hand im Spiel haben bir işte parmağı olmak;es lässt sich nicht von der \Hand weisen, dass...... olduğu yadsınamaz;\Hand in \Hand el ele;\Hand in \Hand mit jdm arbeiten biriyle el ele çalışmak;freie \Hand zu etw haben bir şey yapmakta serbest olmak;das liegt auf der \Hand bu elle tutulur gözle görülür;von der \Hand in den Mund leben elden ağıza yaşamak;er ist bei ihnen in guten Händen onların yanında iyi ellerdedir;in festen Händen sein ( fam) sözlü olmak;etw von langer \Hand planen bir şeyi uzun uzadıya planlamak;etw unter der \Hand verkaufen bir şeyi el altından satmak;jdm etw zu treuen Händen übergeben birine bir şeyi emanet vermek;jdm etw in die \Hand drücken birinin eline bir şey sıkıştırmak;jdm in die Hände fallen birinin eline düşmek;etw aus der \Hand geben bir şeyi elinden çıkarmak;jdn in der \Hand haben birini avcunun içinde tutmak;jdm aus der \Hand lesen birinin el falına bakmak;zu jds Händen birinin eline, birine verilmek üzere;Hände hoch! eller yukarı!;Hände weg! çek elini!;eine \Hand wäscht die andere ( prov) bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar -
16 hold
interj. dur————————n. tutma, tutunma, gemi ambarı, tutunacak yer, etki, nüfuz, durdurma, ambar, bagaj bölümü (uçak)————————v. tutmak, kavramak, tıkamak, kaldırmak, el koymak, alıkoymak, gözaltına almak, devam etmek, almak, barındırmak, muhafaza etmek, karara bağlamak, çekmek, dayanmak, sadık kalmak, geçerli olmak, durmak* * *1. tut (v.) 2. tutuş (n.)* * *I 1. [həuld] past tense, past participle - held; verb1) (to have in one's hand(s) or between one's hands: He was holding a knife; Hold that dish with both hands; He held the little boy's hand; He held the mouse by its tail.) tutmak2) (to have in a part, or between parts, of the body, or between parts of a tool etc: He held the pencil in his teeth; She was holding a pile of books in her arms; Hold the stamp with tweezers.) tutmak3) (to support or keep from moving, running away, falling etc: What holds that shelf up?; He held the door closed by leaning against it; Hold your hands above your head; Hold his arms so that he can't struggle.) tutmak4) (to remain in position, fixed etc when under strain: I've tied the two pieces of string together, but I'm not sure the knot will hold; Will the anchor hold in a storm?) tutmak5) (to keep (a person) in some place or in one's power: The police are holding a man for questioning in connection with the murder; He was held captive.) tutmak, alıkoymak6) (to (be able to) contain: This jug holds two pints; You can't hold water in a handkerchief; This drawer holds all my shirts.) almak, içermek7) (to cause to take place: The meeting will be held next week; We'll hold the meeting in the hall.) yap(ıl)mak, düzenle(n)mek8) (to keep (oneself), or to be, in a particular state or condition: We'll hold ourselves in readiness in case you send for us; She holds herself very erect.) tutmak9) (to have or be in (a job etc): He held the position of company secretary for five years.) sahip olmak, elinde bulundurmak10) (to think strongly; to believe; to consider or regard: I hold that this was the right decision; He holds me (to be) responsible for everyone's mistakes; He is held in great respect; He holds certain very odd beliefs.) sahip olmak, inanmak11) (to continue to be valid or apply: Our offer will hold until next week; These rules hold under all circumstances.) geçerli olmak12) ((with to) to force (a person) to do something he has promised to do: I intend to hold him to his promises.) zorunlu tutmak, mecbur etmek13) (to defend: They held the castle against the enemy.) korumak, savunmak14) (not to be beaten by: The general realized that the soldiers could not hold the enemy for long.) direnmek, baş eğmek15) (to keep (a person's attention): If you can't hold your pupils' attention, you can't be a good teacher.) tutmak, sürdürmek16) (to keep someone in a certain state: Don't hold us in suspense, what was the final decision?) bırakmak17) (to celebrate: The festival is held on 24 June.) kutlamak, yapmak18) (to be the owner of: He holds shares in this company.) sahip olmak19) ((of good weather) to continue: I hope the weather holds until after the school sports.) sürmek, devam etmek20) ((also hold the line) (of a person who is making a telephone call) to wait: Mr Brown is busy at the moment - will you hold or would you like him to call you back?) beklemek, ayrılmamak21) (to continue to sing: Please hold that note for four whole beats.) uzatmak22) (to keep (something): They'll hold your luggage at the station until you collect it.) muhafaza etmek23) ((of the future) to be going to produce: I wonder what the future holds for me?) beklemek2. noun1) (the act of holding: He caught/got/laid/took hold of the rope and pulled; Keep hold of that rope.) tutma, tutuş, yakalama2) (power; influence: He has a strange hold over that girl.) etki, nüfuz, denetim3) ((in wrestling etc) a manner of holding one's opponent: The wrestler invented a new hold.) tutma, tutuş•- - holder- hold-all
- get hold of
- hold back
- hold down
- hold forth
- hold good
- hold it
- hold off
- hold on
- hold out
- hold one's own
- hold one's tongue
- hold up
- hold-up
- hold with II [həuld] noun((in ships) the place, below the deck, where cargo is stored.) gemi ambarı -
17 занимать
kaplamak,işgal etmek; almak,zapt etmek,işgal etmek; çalıştırmak,meşgul etmek; ilgilendirmek* * *I несов.; сов. - заня́ть I1) ( пространство) kaplamak; tutmak; işgal etmekзайми́ три ме́ста — üç yer tut
пло́щадь, занима́емая го́родом — şehrin kapladığı saha
статья́ займёт пять страни́ц — yazı beş sayfa tutacak
он занимал вон ту ко́мнату — onun odası şuydu
2) (должность, положение) olmakзанима́ть высо́кий пост — yüksek mevki sahibi olmak
он за́нял до́лжность / ме́сто дире́ктора — müdürün yerine geçti / yerini aldı
он недо́лго занима́л до́лжность дире́ктора — müdürlüğü uzun sürmedi
занима́ть пе́рвое ме́сто — birinci olmak / gelmek
занима́ть пе́рвое ме́сто в табли́це — cetvelde birinci sırayı tutmak
заня́ть второ́е ме́сто на стометро́вке — yüz metrede ikinci gelmek, yüz metrenin ikincisi olmak
3) almak; tutmak; zaptetmek; işgal etmek (захватывать, оккупировать) (savaşarak) geri almak ( отвоёвывать)заня́ть высоту́ — tepeyi tutmak
занима́ть высоту́ (удерживать) — tepeyi elinde tutmak
4) ( время) tutmak; almak5) ( давать занятие) çalıştırmak; istihdam etmek; meşgul etmekско́лько рабо́чих за́нято на э́том предприя́тии? — bu işletme kaç kişi çalıştırır / istihdam eder?
чем бы заня́ть дете́й? — çocukları neyle meşgul etsek?
6) ( интересовать) ilgilendirmekон за́нят то́лько собо́й — yalnız nefsini düşünür
7) ( развлекать) oyalamak••занима́ть умы́ — zihinleri meşgul etmek
занима́ть пози́цию — воен. mevzilenmek
каку́ю пози́цию он занима́ет в э́том вопро́се? — bu sorundaki tutumu nedir?
II несов.; сов. - заня́ть IIзаня́ть реши́тельную пози́цию — kararlı bir tutum takınmak
( брать в долг) borç / ödünç almakзанима́ть де́нег — borç para almak
-
18 possess
v. sahip olmak, elinde bulundurmak, egemen olmak, kurcalamak (zihin), hakim olmak, tutmak* * *sahip ol* * *[pə'zes](to own or have: How much money does he possess?) sahip olmak- possessive
- possessively
- possessiveness
- possessor -
19 überhaben
-
20 halten
halten <hält, hielt, gehalten> ['haltən]I vi2) ( festsitzen) tutmak3) ( widerstandsfähig sein) dayanıklı olmak, sağlam olmak;Sport hält jung spor insanı genç tutarzu jdm \halten birini tutmakII vt1) (fest\halten) tutmak;die Beine ins Wasser \halten bacaklarını suya tutmak;etw offen \halten (a. fig) bir şeyi açık tutmak;halt den Mund! ( fam) çeneni tut!2) (zurück\halten) tutmak (auf\halten); durdurmak; sport tutmak3) ( besitzen) sahip olmak (-e)ein Land besetzt \halten bir ülkeyi işgal altında tutmaksein Wort \halten sözünü tutmak, sözünde durmak;was man verspricht, muss man auch \halten verilen söz tutulur6) ( gestalten)das Zimmer ganz in Weiß \halten odayı bembeyaz yapmak7) ( erachten)etw/jdn für etw \halten bir şeyi/kimseyi bir şey sanmak;jdn für blöd \halten birini enayi yerine koymak;etw für gut/richtig \halten bir şeyi iyi/doğru bulmak;ich halte ihn für ziemlich intelligent onun oldukça zeki olduğunu sanıyorum;viel/nichts von jdm \halten birini gözü çok tutmak/hiç tutmamak;wofür \halten Sie mich? beni ne sanıyorsunuz?;was \halten Sie davon? buna ne diyorsunuz?III vrsich \halten2) ( sich orientieren) tutmak (an -);\halten Sie sich links/Richtung Norden solu/kuzey yönünü tutunuz;sich an die Regeln \halten kurallara uymak3) (fest\halten) tutunmak; (sich aufrecht \halten) kendini dik tutmak;sich auf den Beinen \halten kendini ayakta tutmak
- 1
- 2
См. также в других словарях:
elinde olmak — 1) bakımı, gözetimi altında olmak 2) egemenliği altında, yetkisinde olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
yuları birinin elinde olmak — bir kimsenin davranışları birinin denetiminde, yönetiminde olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ipleri birinin elinde olmak — (bir işin) o işi el altından yönetmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
elinde büyümek — 1) büyütülmek, bakılmak Çocuklar Nimet Hanım adında bir kadının elinde büyüdüler. R. N. Güntekin 2) eğitilmek, bilgi, görgü ve terbiye sahibi olmak, yetiştirilmek Üstadım, ben sizin elinizde büyüdüm, sizden feyzaldım. F. F. Tülbentçi … Çağatay Osmanlı Sözlük
elinde kalmak — 1) birinin bakımında, yönetiminde olmak 2) bir şey satılamayıp sahibinde kalmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
haiz olmak — elinde bulundurmak, uygun olmak, taşımak Haiz olduğu vasıflar bizim için uygundur … Çağatay Osmanlı Sözlük
elinde bulunmak (veya olmak) — (bir şey) o şeye sahip bulunmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
iyesi olmak — bir şeyi elinde bulundurmak, yasaya uygun olarak dilediğince kullanabilmek, sahip olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tekelinde olmak — herhangi bir şey tekeli altında bulunmak, elinde tutmak, inhisarında olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sahip olmak — mülkiyetinde olmak, elinde bulundurmak Her hâlde bu kız da evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacaktı. H. E. Adıvar … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapanın elinde kalmak — 1) çok istenir ve aranır olmak 2) bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük