Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

elinde olmak

  • 1 зависеть

    bağımlı olmak; bağlı olmak; elinde olmak
    * * *

    он ни от кого́ не зави́сит — kimseye bağımlı değildir

    все зави́сит от обстоя́тельств — herşey hal ve şartlara bağlı

    по не зави́сящим от нас причи́нам — elimizde olmayan nedenlerle

    я сде́лал всё, что от меня́ зави́село — elimden gelen herşeyi yaptım

    Русско-турецкий словарь > зависеть

  • 2 help

    interj. yardım edin
    ————————
    n. yardım, çare, çözüm, imdat, yardımcı, hizmetçi, muavin
    ————————
    v. yardım etmek, yardımcı olmak, yararı olmak, imdadına yetişmek, kurtarmak, elinde olmak, başa çıkmak
    * * *
    1. yardım et (v.) 2. yardım (n.)
    * * *
    [help] 1. verb
    1) (to do something with or for someone that he cannot do alone, or that he will find useful: Will you help me with this translation?; Will you please help me (to) translate this poem?; Can I help?; He fell down and I helped him up.) yardım etmek
    2) (to play a part in something; to improve or advance: Bright posters will help to attract the public to the exhibition; Good exam results will help his chances of a job.) yardım etmek, yardımcı olmak
    3) (to make less bad: An aspirin will help your headache.) iyi gelmek
    4) (to serve (a person) in a shop: Can I help you, sir?) yardımcı olmak
    5) ((with can(not), could (not)) to be able not to do something or to prevent something: He looked so funny that I couldn't help laughing; Can I help it if it rains?) elinde olmak, kendini tutmak
    2. noun
    1) (the act of helping, or the result of this: Can you give me some help?; Your digging the garden was a big help; Can I be of help to you?) yardım
    2) (someone or something that is useful: You're a great help to me.) yardım, yardımcı, işe yarar
    3) (a servant, farmworker etc: She has hired a new help.) işçi, hizmetçi, uşak
    4) ((usually with no) a way of preventing something: Even if you don't want to do it, the decision has been made - there's no help for it now.) engelleme yolu
    - helpful
    - helpfully
    - helpfulness
    - helping
    - helpless
    - helplessly
    - helplessness
    - help oneself
    - help out

    English-Turkish dictionary > help

  • 3 rest with

    -in sorumlulugu olmak, -e bagli olmak, -in elinde olmak

    English to Turkish dictionary > rest with

  • 4 rest with

    v. elinde olmak, düşmek, kalmak, de olmak

    English-Turkish dictionary > rest with

  • 5 rest with

    v. elinde olmak, düşmek, kalmak, de olmak

    English-Turkish dictionary > rest with

  • 6 unbenommen

    unbenommen ['--'--] adj
    etw bleibt jdm \unbenommen bir şey birinin yapıp yapmamasına serbest olmak, bir şeyin yapılıp yapılmaması birinin elinde olmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > unbenommen

  • 7 повод

    I м
    ( у лошади) dizgin

    отда́ть пово́дья — dizginleri gevşetmek

    ••

    быть на по́воду́ у кого-л.yuları birinin elinde olmak

    II м
    ( обстоятельство) sebep (-bi); vesile, münasebet

    иска́ть по́вод для ссо́ры — kavga çıkarmak için sebep aramak

    бу́дет по́вод вы́пить — içmeye vesile olur

    по любо́му по́воду — her vesile ile, her münasebetle

    ••

    по по́воду чего-л. — hakkında, hususunda, üstüne

    Русско-турецкий словарь > повод

  • 8 pull the strings

    (to be the person who is really, though usually not apparently, controlling the actions of others.) ipi başkalarının elinde olmak

    English-Turkish dictionary > pull the strings

  • 9 dafürkönnen

    dafür|können
    irr vi
    etwas/nichts \dafürkönnen elinde olmak/olmamak;
    ich kann nichts dafür bunda benim suçum yok

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > dafürkönnen

  • 10 merci

    I
    n m
    terme de politesse teşekkür [teʃec'cyɾ]

    Merci pour votre accueil. — Karşılamanız için teşekkür ederim.

    Merci d'être venu. — Geldiğiniz için teşekkürler.

    Non, merci. — Hayır, teşekkür ederim.

    II
    n f
    1 être à la merci de yazgısı birinin elinde olmak
    2 sans merci acımasız

    Dictionnaire Français-Turc > merci

  • 11 verfügen

    elinde var olmak
    emretmek
    sahip olmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > verfügen

  • 12 innehaben

    elinde tutmak
    sahibi olmak (rekor vs.)

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > innehaben

  • 13 tenir

    I
    v t
    1 à la main elinde tutmak
    2 maintenir tutmak, saklamak
    3 diriger iş tutmak, işletmek
    4 dire söylemek, demek
    5 tutmak
    6 tutmak
    7 apprendre de almak, sağlamak
    8 tiens ! / tenez ! buyrun !

    Tiens, voici ton courrier. — Buyur, işte mektupların.

    II
    v i
    1 aimer bağlı olmak

    Il tient beaucoup à elle. — Oğlan kıza çok bağlı.

    2 vouloir çok istemek
    3 benzemek
    4 se maintenir kalmak
    5 résister dayanmak

    La tente n'a pas tenu pendant la tempête. — Çadır fırtınaya dayanamadı.

    7 être tenu à qqch -(y)e bağlı olmak
    8 être tenu de faire qqch -zorunda olmak
    9 tiens ! işte !

    Dictionnaire Français-Turc > tenir

  • 14 держать

    tutmak,
    bulundurmak; dayanmak; beslemek
    * * *
    1) врз tutmak; bulundurmak

    держа́ть что-л. в рука́х — (elinde) tutmak

    держа́ть что-л. над огнём — ateşe tutmak

    он держа́л во́ра за́ ру́ку — hırsızın kolunu kavramıştı

    она́ держа́ла квартира́нтов — разг. kiracı alırdı

    он не держа́л прислу́ги — hizmetçi tutmazdı

    он держа́л ла́вку — уст. bir dükkan işletiyordu

    иди́, тебя́ никто́ не де́ржит — seni tutan yok, git

    держа́ть цветы́ на балко́не — çiçekleri balkonda tutmak / bulundurmak

    держа́ть мя́со в холоди́льнике — eti buzdolabında saklamak

    э́тот проду́кт нельзя́ держа́ть в холоди́льнике бо́льше неде́ли — bu besin maddesi buzdolabında bir haftadan fazla bekletilemez

    держа́ть дом в чистоте́ — evini temiz tutmak

    держа́ть миллио́нную а́рмию — milyonluk bir orduyu ayakta tutmak

    держа́ть где-л. свои́ войска́ — bir yerde askeri kuvvetlerini bulundurmak

    он держа́л пе́рвенство не́сколько лет — перен. birkaç yıl içinde birinciliği kimseye kaptırmamıştı

    не держи́ о́кна откры́тыми — pencereleri açık bırakma

    кро́влю де́ржат столбы́ — çatı direklere dayanıyor

    держа́ть напо́р воды́ — suyun basıncına dayanmak

    держа́ть кур — tavuk beslemek

    она́ держа́ла двух ко́шек — iki kedi besliyordu; iki kedisi vardı

    ••

    держа́ть сло́во — sözünü tutmak; sözünün eri olmak

    держа́ть экза́мен — sınav vermek; sınava girmek

    держа́ть себя́ в рука́х — kendine hakim olmak

    держа́ть что-л. в свои́х рука́х — elinde tutmak

    держа́ть кого-л. в рука́х — avucunun içinde tutmak

    держа́ть путь на юг — güney yönünde yol almak

    кора́бль держа́л курс на за́пад — gemi batıya doğru rota alıyordu

    так держа́ть! — мор. rotaya devam!

    Русско-турецкий словарь > держать

  • 15 Hand

    Hand < Hände> [hant, pl 'hɛndə] f
    el;
    an \Hand von yoluyla;
    aus erster/zweiter \Hand birinci/ikinci elden;
    von \Hand elden;
    jdm die \Hand geben birine eline vermek;
    jdm die \Hand schütteln birinin elini sıkmak, biriyle tokalaşmak;
    linker/rechter \Hand sol/sağ elde;
    linker/rechter \Hand sehen Sie... sol/sağ elde... görüyorsunuz;
    eine \Hand voll bir tutam [o avuç dolusu];
    alle Hände voll zu tun haben ( fam) işi başından aşkın olmak;
    etw aus der \Hand legen bir şeyi elinden bırakmak;
    etw in die \Hand nehmen bir şeyi eline almak; ( fig) bir şeyi ele almak;
    in die Hände klatschen el çırpmak;
    etw zur \Hand haben bir şeyi el altında bulundurmak, bir şey elinde bulunmak;
    jds rechte \Hand sein ( fig) birinin sağ kolu olmak;
    zwei linke Hände haben ( fam) elinden bir şey gelmemek;
    sich mit Händen und Füßen verständigen ( fam) el kol yordamıyla anlaşmak;
    sich mit Händen und Füßen gegen etw wehren ( fam) bir şeye canla başla karşı koymak;
    mit leeren Händen eli boş olarak, elini kolunu sallaya sallaya;
    ein gutes Blatt auf der \Hand haben eli iyi olmak;
    \Hand und Fuß haben tutarlı olmak;
    die \Hand im Spiel haben bir işte parmağı olmak;
    es lässt sich nicht von der \Hand weisen, dass...... olduğu yadsınamaz;
    \Hand in \Hand el ele;
    \Hand in \Hand mit jdm arbeiten biriyle el ele çalışmak;
    freie \Hand zu etw haben bir şey yapmakta serbest olmak;
    das liegt auf der \Hand bu elle tutulur gözle görülür;
    von der \Hand in den Mund leben elden ağıza yaşamak;
    er ist bei ihnen in guten Händen onların yanında iyi ellerdedir;
    in festen Händen sein ( fam) sözlü olmak;
    etw von langer \Hand planen bir şeyi uzun uzadıya planlamak;
    etw unter der \Hand verkaufen bir şeyi el altından satmak;
    mit etw dat schnell bei der \Hand sein ( fam) bir şeyde elini çabuk tutmak;
    jdm etw zu treuen Händen übergeben birine bir şeyi emanet vermek;
    jdm etw in die \Hand drücken birinin eline bir şey sıkıştırmak;
    jdm in die Hände fallen birinin eline düşmek;
    etw aus der \Hand geben bir şeyi elinden çıkarmak;
    jdn in der \Hand haben birini avcunun içinde tutmak;
    jdm aus der \Hand lesen birinin el falına bakmak;
    zu jds Händen birinin eline, birine verilmek üzere;
    Hände hoch! eller yukarı!;
    Hände weg! çek elini!;
    eine \Hand wäscht die andere ( prov) bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Hand

  • 16 hold

    interj. dur
    ————————
    n. tutma, tutunma, gemi ambarı, tutunacak yer, etki, nüfuz, durdurma, ambar, bagaj bölümü (uçak)
    ————————
    v. tutmak, kavramak, tıkamak, kaldırmak, el koymak, alıkoymak, gözaltına almak, devam etmek, almak, barındırmak, muhafaza etmek, karara bağlamak, çekmek, dayanmak, sadık kalmak, geçerli olmak, durmak
    * * *
    1. tut (v.) 2. tutuş (n.)
    * * *
    I 1. [həuld] past tense, past participle - held; verb
    1) (to have in one's hand(s) or between one's hands: He was holding a knife; Hold that dish with both hands; He held the little boy's hand; He held the mouse by its tail.) tutmak
    2) (to have in a part, or between parts, of the body, or between parts of a tool etc: He held the pencil in his teeth; She was holding a pile of books in her arms; Hold the stamp with tweezers.) tutmak
    3) (to support or keep from moving, running away, falling etc: What holds that shelf up?; He held the door closed by leaning against it; Hold your hands above your head; Hold his arms so that he can't struggle.) tutmak
    4) (to remain in position, fixed etc when under strain: I've tied the two pieces of string together, but I'm not sure the knot will hold; Will the anchor hold in a storm?) tutmak
    5) (to keep (a person) in some place or in one's power: The police are holding a man for questioning in connection with the murder; He was held captive.) tutmak, alıkoymak
    6) (to (be able to) contain: This jug holds two pints; You can't hold water in a handkerchief; This drawer holds all my shirts.) almak, içermek
    7) (to cause to take place: The meeting will be held next week; We'll hold the meeting in the hall.) yap(ıl)mak, düzenle(n)mek
    8) (to keep (oneself), or to be, in a particular state or condition: We'll hold ourselves in readiness in case you send for us; She holds herself very erect.) tutmak
    9) (to have or be in (a job etc): He held the position of company secretary for five years.) sahip olmak, elinde bulundurmak
    10) (to think strongly; to believe; to consider or regard: I hold that this was the right decision; He holds me (to be) responsible for everyone's mistakes; He is held in great respect; He holds certain very odd beliefs.) sahip olmak, inanmak
    11) (to continue to be valid or apply: Our offer will hold until next week; These rules hold under all circumstances.) geçerli olmak
    12) ((with to) to force (a person) to do something he has promised to do: I intend to hold him to his promises.) zorunlu tutmak, mecbur etmek
    13) (to defend: They held the castle against the enemy.) korumak, savunmak
    14) (not to be beaten by: The general realized that the soldiers could not hold the enemy for long.) direnmek, baş eğmek
    15) (to keep (a person's attention): If you can't hold your pupils' attention, you can't be a good teacher.) tutmak, sürdürmek
    16) (to keep someone in a certain state: Don't hold us in suspense, what was the final decision?) bırakmak
    17) (to celebrate: The festival is held on 24 June.) kutlamak, yapmak
    18) (to be the owner of: He holds shares in this company.) sahip olmak
    19) ((of good weather) to continue: I hope the weather holds until after the school sports.) sürmek, devam etmek
    20) ((also hold the line) (of a person who is making a telephone call) to wait: Mr Brown is busy at the moment - will you hold or would you like him to call you back?) beklemek, ayrılmamak
    21) (to continue to sing: Please hold that note for four whole beats.) uzatmak
    22) (to keep (something): They'll hold your luggage at the station until you collect it.) muhafaza etmek
    23) ((of the future) to be going to produce: I wonder what the future holds for me?) beklemek
    2. noun
    1) (the act of holding: He caught/got/laid/took hold of the rope and pulled; Keep hold of that rope.) tutma, tutuş, yakalama
    2) (power; influence: He has a strange hold over that girl.) etki, nüfuz, denetim
    3) ((in wrestling etc) a manner of holding one's opponent: The wrestler invented a new hold.) tutma, tutuş
    - - holder
    - hold-all
    - get hold of
    - hold back
    - hold down
    - hold forth
    - hold good
    - hold it
    - hold off
    - hold on
    - hold out
    - hold one's own
    - hold one's tongue
    - hold up
    - hold-up
    - hold with
    II [həuld] noun
    ((in ships) the place, below the deck, where cargo is stored.) gemi ambarı

    English-Turkish dictionary > hold

  • 17 занимать

    kaplamak,
    işgal etmek; almak,
    zapt etmek,
    işgal etmek; çalıştırmak,
    meşgul etmek; ilgilendirmek
    * * *
    I несов.; сов. - заня́ть I
    1) ( пространство) kaplamak; tutmak; işgal etmek

    займи́ три ме́ста — üç yer tut

    пло́щадь, занима́емая го́родом — şehrin kapladığı saha

    статья́ займёт пять страни́ц — yazı beş sayfa tutacak

    он занимал вон ту ко́мнату — onun odası şuydu

    2) (должность, положение) olmak

    занима́ть высо́кий пост — yüksek mevki sahibi olmak

    он за́нял до́лжность / ме́сто дире́ктора — müdürün yerine geçti / yerini aldı

    он недо́лго занима́л до́лжность дире́ктора — müdürlüğü uzun sürmedi

    занима́ть пе́рвое ме́сто — birinci olmak / gelmek

    занима́ть пе́рвое ме́сто в табли́це — cetvelde birinci sırayı tutmak

    заня́ть второ́е ме́сто на стометро́вке — yüz metrede ikinci gelmek, yüz metrenin ikincisi olmak

    3) almak; tutmak; zaptetmek; işgal etmek (захватывать, оккупировать) (savaşarak) geri almak ( отвоёвывать)

    заня́ть высоту́ — tepeyi tutmak

    занима́ть высоту́ (удерживать)tepeyi elinde tutmak

    4) ( время) tutmak; almak
    5) ( давать занятие) çalıştırmak; istihdam etmek; meşgul etmek

    ско́лько рабо́чих за́нято на э́том предприя́тии? — bu işletme kaç kişi çalıştırır / istihdam eder?

    чем бы заня́ть дете́й? — çocukları neyle meşgul etsek?

    6) ( интересовать) ilgilendirmek

    он за́нят то́лько собо́й — yalnız nefsini düşünür

    7) ( развлекать) oyalamak
    ••

    занима́ть умы́ — zihinleri meşgul etmek

    занима́ть пози́цию — воен. mevzilenmek

    каку́ю пози́цию он занима́ет в э́том вопро́се? — bu sorundaki tutumu nedir?

    заня́ть реши́тельную пози́цию — kararlı bir tutum takınmak

    II несов.; сов. - заня́ть II
    ( брать в долг) borç / ödünç almak

    занима́ть де́нег — borç para almak

    Русско-турецкий словарь > занимать

  • 18 possess

    v. sahip olmak, elinde bulundurmak, egemen olmak, kurcalamak (zihin), hakim olmak, tutmak
    * * *
    sahip ol
    * * *
    [pə'zes]
    (to own or have: How much money does he possess?) sahip olmak
    - possessive
    - possessively
    - possessiveness
    - possessor

    English-Turkish dictionary > possess

  • 19 überhaben

    überhaben v/t <unreg, -ge-, h> (zu viel haben) -in elinde fazla var/olmak; (überdrüssig) -den bıkmış olmak; Kleidung üst üste giymiş olmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > überhaben

  • 20 halten

    halten <hält, hielt, gehalten> ['haltən]
    I vi
    1) ( anhalten) durmak; ( stehen bleiben) durmak
    2) ( festsitzen) tutmak
    3) ( widerstandsfähig sein) dayanıklı olmak, sağlam olmak;
    Sport hält jung spor insanı genç tutar
    4) ( dauern) devam etmek, sürmek; ( Stoff, Konserven) dayanmak; ( Wetter) devam etmek;
    zu jdm \halten birini tutmak
    II vt
    1) (fest\halten) tutmak;
    die Beine ins Wasser \halten bacaklarını suya tutmak;
    etw offen \halten (a. fig) bir şeyi açık tutmak;
    halt den Mund! ( fam) çeneni tut!
    2) (zurück\halten) tutmak (auf\halten); durdurmak; sport tutmak
    3) ( besitzen) sahip olmak (-e)
    4) ( Rekord, Gebiet) elinde tutmak;
    ein Land besetzt \halten bir ülkeyi işgal altında tutmak
    5) ( Versprechen) tutmak; ( Rede) yapmak; ( Unterricht) yapmak, vermek;
    sein Wort \halten sözünü tutmak, sözünde durmak;
    was man verspricht, muss man auch \halten verilen söz tutulur
    6) ( gestalten)
    das Zimmer ganz in Weiß \halten odayı bembeyaz yapmak
    7) ( erachten)
    etw/jdn für etw \halten bir şeyi/kimseyi bir şey sanmak;
    jdn für blöd \halten birini enayi yerine koymak;
    etw für gut/richtig \halten bir şeyi iyi/doğru bulmak;
    ich halte ihn für ziemlich intelligent onun oldukça zeki olduğunu sanıyorum;
    viel/nichts von jdm \halten birini gözü çok tutmak/hiç tutmamak;
    wofür \halten Sie mich? beni ne sanıyorsunuz?;
    was \halten Sie davon? buna ne diyorsunuz?
    III vr
    sich \halten
    1) ( bleiben) kalmak; ( haltbar sein) dayanmak
    2) ( sich orientieren) tutmak (an -);
    \halten Sie sich links/Richtung Norden solu/kuzey yönünü tutunuz;
    sich an die Regeln \halten kurallara uymak
    3) (fest\halten) tutunmak; (sich aufrecht \halten) kendini dik tutmak;
    sich auf den Beinen \halten kendini ayakta tutmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > halten

См. также в других словарях:

  • elinde olmak — 1) bakımı, gözetimi altında olmak 2) egemenliği altında, yetkisinde olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yuları birinin elinde olmak — bir kimsenin davranışları birinin denetiminde, yönetiminde olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ipleri birinin elinde olmak — (bir işin) o işi el altından yönetmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • elinde büyümek — 1) büyütülmek, bakılmak Çocuklar Nimet Hanım adında bir kadının elinde büyüdüler. R. N. Güntekin 2) eğitilmek, bilgi, görgü ve terbiye sahibi olmak, yetiştirilmek Üstadım, ben sizin elinizde büyüdüm, sizden feyzaldım. F. F. Tülbentçi …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • elinde kalmak — 1) birinin bakımında, yönetiminde olmak 2) bir şey satılamayıp sahibinde kalmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • haiz olmak — elinde bulundurmak, uygun olmak, taşımak Haiz olduğu vasıflar bizim için uygundur …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • elinde bulunmak (veya olmak) — (bir şey) o şeye sahip bulunmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • iyesi olmak — bir şeyi elinde bulundurmak, yasaya uygun olarak dilediğince kullanabilmek, sahip olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • tekelinde olmak — herhangi bir şey tekeli altında bulunmak, elinde tutmak, inhisarında olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sahip olmak — mülkiyetinde olmak, elinde bulundurmak Her hâlde bu kız da evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacaktı. H. E. Adıvar …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kapanın elinde kalmak — 1) çok istenir ve aranır olmak 2) bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»